1 dakika okundu
Gorundugu gibi misin?

İnsan, bir ağaca benzetilebilir; köklerini ne kadar derine salar ve toprağa sıkıca tutunursa, dalları o denli yükseklere uzanır, ışığa ulaşır. Bu kökler yalnızca toprağın verimli katmanlarında değil, karanlık, bilinmeyen ve bazen de tehlikeli derinliklerindedir. Kendi içindeki karanlıkla yüzleşmeyen biri, gerçek anlamda yükselemez. Bu dengeyi kavramayan, sadece dallarının boyunu uzatmaya odaklanan biri, rüzgarın ilk sert esintisinde savrulmaya mahkumdur.

Bu yazıda bir reçete sunulmayacak. Sadece zihninizde bir portre oluşturmaya çalışacağım. Belki de bu portre, her gün karşılaştığınız, hatta belki aynada gördüğünüz bir yüze ait olabilir. Onu uzaklarda aramanıza gerek olmadığını anlatmak istiyorum. Bize en yakın olan şeyler, çoğu zaman en karmaşık görünenlerdir.

Hayatta herkese ortak olan bir başlangıç vardır: doğum. Doğum anı, bireyin dış dünyayla ilk gerçek temasını yaşadığı andır. Ancak bu başlangıç, kişiliğin nasıl şekilleneceğini belirleyen nihai bir an değildir. Bazıları, bireyin karakterinin ana rahminde şekillenmeye başladığını söyler. Benim ilgimi çeken şey ise kişiliğin ne zaman şekillendiği değil, insanın bu şekillenmeyi ne kadar bilinçli bir şekilde yönlendirebildiğidir.

Bilincin uyanışı, yıldırımın bir noktaya düşmesi gibidir; ani, beklenmedik ve önlenemez. Kimin hayatına nasıl bir bilinçle baktığı, aldığı kararlar ya da sergilediği davranışlar bu bilinç seviyesini ortaya koyar. Ancak bilinç, eğitimle, statüyle ya da kültürel birikimle doğrudan bağlantılı değildir. Bir sokak satıcısı, bir iş insanından daha derin bir bilince sahip olabilir; çünkü bilincin temelinde yaşamın özünü görmek yatar.

Basit insanları tanımaya ne dersiniz? Onlar, tahmin edilebilirlikleriyle hem eğlenceli hem de yorucu olabilirler. Birkaç kelime konuştuğunuzda ne söyleyeceklerini ya da yapacaklarını kestirebilirsiniz. Ancak bu öngörülebilirlik, onların tek boyutluluğunu açığa çıkarır. Basit bir birey, raydaki bir tren gibidir; yönü bellidir ve raydan çıkması neredeyse imkansızdır. Gözlemci biri için bu hareketlerin ve davranışların deseni apaçık ortadadır.

Şimdi kurtulmuş insanlara bakalım. Onlar, çoğu zaman basit insanların gelişmiş bir versiyonu gibi görünürler. Ancak dikkatlice incelendiğinde, bu bireylerin davranışlarının büyük bir kısmının başkalarından kopyalandığını fark edersiniz. Kendilerinden daha üstün gördükleri kişilerin özelliklerini alır ve o özellikleri sergilediklerinde o kişilere dönüşürler. Bu, onların içsel bütünlüklerini kaybetmesine neden olur. Görünüşte dengeli bir yapıya sahip olsalar da, en küçük bir çatlak, bu yapının tamamen çökmesine yol açabilir.

Peki ya üst bilinç? Onlar, kurtulmuş insanların bir adım ötesindedir. İnsanları, hedeflerine ulaşmak için bir araç olarak kullanırlar. Bu özellikleri onları güçlü kılarken, aynı zamanda en zayıf yanlarıdır. Çevrelerini gözlemleyen biri, bu zaafları kolayca fark edebilir ve bu zayıflıkları manipüle ederek kontrol sağlayabilir. Üst bilinç, bir yol açar, ancak bu yol her zaman doğru yere varmaz.

Toplumun bir parçası olarak herkesin bu spektrumun bir yerinde olduğunu unutmamalıyız. Ancak bir yerlerde, bu spektrumun dışında duranlar da vardır. Azınlıkta olan bu kişiler, çevrelerini analiz eder, insanların mimiklerinden ve davranışlarından çok şey öğrenir. Ne kadar gizlenirseniz gizlenin, onlar sizin özünüzü görür ve bunu size hissettirmezler. Onların varlığı, bir hatırlatma gibidir: İnsan, kendisini aşmadığı sürece, sadece toplumun bir yansımasıdır.

Gür nehirler, sürükledikleri çakıl taşları kadar derindir; güçlü ruhlar da etraflarındaki zayıflıkları anlamaya çalıştıkça. Ve belki de bu çaba, insanın kendi yolunu bulmasındaki en önemli adımlardan biridir.

Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.