Toplumda bir azınlık grubunun üyesiyseniz, yaşam yazgınızda sorunlara yol açabilir. Sırf başkalarından ‘farklı’ olduğunuz için size karşı ayrımcılık yapılır ve bunun sonucu olarak aşağılık kompleksi geliştirirsiniz. Aynı şey belirgin fiziksel ya da beyin özürleri olan kişiler, daha yaratıcı olanlar(dolayısıyla daha az uyum gösterenler), belirgin bir şekilde uzun ya da kısa boylu olanlar, daha az güzel olanlar, daha zayıf olanlar, karşı cins yerine kendi cinslerinden olanlara daha fazla bağlananlar ve hatta yaşıtlarına kıyasla daha akıllı ya da daha yetenekli olanlar için de geçerlidir.
Ancak bu durum etnik azınlıklar için çok daha geçerlidir. Zenci, melez, yahudi, alevi ya da Kürtseniz, bu yüzden yaşam yazgınız sizi yetenekleriniz, kişiliğiniz ya da sizi siz yapan diğer yanlarınızla değerlendirmek yerine, size teninizin rengi, ırkınız, hatta yaşadığınız bölge ve yer nedeniyle bir etiket yapıştırır.
Objektif bir açıdan bakıldığında, bunun kadar büyük bir saçmalık olamaz dersiniz. Gerçek değerinizin ne olduğuna bakılmaksızın böylesi bir yaşam yazgısı sizin seçeceğiniz partiden, oturacağınız yerden, okula gittiğiniz yere, kiminle evleneceğinizden önünüze hangi iş olanaklarının çıkacağına kadar her şeyi size empoze edecektir. Böylesine bir yaşam yazgısının etkisiyle bir yandan kendinizi yetersiz hissederken diğer yandan da dünyaya karşı burukluk ve düşmanlık duyarsınız. Sanırım dünyadaki terörün artmasındaki nedene de bir cevap olabilir bu. Her iki durum ve bunların arasındaki nüanslar benlik imgenizi ve yaşam felsefenizi önemli ölçüde etkiler. İnsanlar hiçbir zamanda ve çağda yeterince çağdaş, insancıl, demokratik, duyarlı olamayacaklardır.
Yazmaya yönelmek öncelikle azınlık olmayı göze almaktır. Yazan azınlıktadır! Yazar, ideal okurun kendisidir. Dış dünyaya ve okura karşı birinci dereceden bir sorumluluğu yoktur yazarın. Kendine, yazının iç dinamiklerine karşıdır asıl sorumluluğu. Yazısını oluştururken en son düşüneceği şeydir okur.
Her toplumda egemen akıl tüm algı alanlarını kodlayarak, toplumsal sağ duyuya dönüşür. Bu olgu, toplamımızın bileşkesi olarak bizi esir alır ve zamanla yerleşik ezberleri yaratır. Yazmanın amacı, bu klişeleri, ezberleri, kuralları aşındırmak olmalıdır. O nedenle yazmak uzun-ince-dar bir yoldur. Bu yolu geçmek için ağırlıklardan kurtulmak gerek.
Azınlıklar, sosyal olarak görünür bir değişmeye yol açmasalar bile, bireylerin algı veya yargılarını değiştirebilir. Pek çok kişi grup halindeyken çoğunluk etkisine uyma gösterip tek başına kaldığında tekrar eski pozisyonuna dönebilir; burada sanki grup halindeyken kolektif kimliğe bağlanış ve daha sonra tekilliğine dönüş söz konusudur. "Azınlıkların kimliği sosyal olarak tanınmak ve görünür hale gelmek üzere giriştikleri etkinliklerde ve farklılıklarının talebi ve bilinci içerisinde oluşmaktadır". Azınlık bireyleri için farklılıklarında sosyal olarak tanınmak, etkinin dinamiğini oluşturur.
Ya "marjinaller"?
İnsan hayatı, duygu ve yönelimleri bir çizgiyle sınırlandırılabilecek kadar basitmiş gibi çizgiyi aşanlara marjinal deniveriyor (margin=sınır). Gey, lezbiyen bireyler, vicdani redciler, ateistler, komünistler hep bu marjinal olarak nitelenen gruba dahiller. Marjinallerin sayıları azınlıklardan da az olmakla -ya da öyle görünmekle- birlikte en çok ezilen ve zarar gören grup da yine onlar. Bunun sebebiyse çoğu zaman örgütlü olmamaları ve toplumsal yapıyı oluşturan ataerkillik, erkeklik, evlilik, askerlik gibi temel kavramları sarsan varoluşları. Türkiye'de azınlıklar ve marjinaller yok edilmek isteniyor. Neden mi? Kimin çizdiği belli olmayan bir çizgiyi aştıkları için. Fakat “varolmak çizgiyi aşmak demektir”. Hepimiz ısrarla aşıyoruz o çizgiyi ve devam edeceğiz... Kimimiz dinimizle, kimimiz dilimizle, kimimiz düşüncelerimizle, kimimiz de cinsel yönelimimizle!